Sahilde Kafka - Haruki Murakami

       Umibe No Kafuka(Sahilde Kafka)  Haruki Murakami'nin 2005 yılında piyasaya sürülen kitabı. Türkçe çevirisi ise Hüseyin Can Erkin tarafından yapılan kitabın Türkiye' de ilk yayın tarihi ekim 2009. Türkçe versiyonu Doğan Kitap'tan çıkan Sahilde Kafka'nın kapak tasarımı da Geray Gençer tarafından yapılmış.

-arka kapaktan-
      
Kafka Tamura on beş yaşına girdiği gün evden kaçar. Uzun zamandır planladığı bu kaçışın nedeni babasının yıllar önce dile getirdiği uğursuz kehanettir. Ama babasının bir “düzenek” gibi içine yerleştirdiği kehanet gölge gibi peşindedir… Kafka ilk kez aşkı ve tutkuyu yaşarken gizemli bir cinayetle kehanetin ve kaderinin düğümleri çözülmeye başlar.

Sahilde Kafka, XXI. yüzyıl edebiyatına damgasını vuran, kitapları bağımlılık yaratan kült yazar Haruki Murakami’den, hayatın yavan gerçekliğine karşı büyülü bir dünyanın kapılarını açan bir roman.

2005; Yılın En İyi 10 Romanı, New York Times
2006; World Fantasy Ödülü
2006; Franz Kafka Ödülü


Haruki Murakami, 1949’da Kobe’de doğdu. Vaseda Üniversitesi’nde klasik drama eğitimi gördü. İlk romanı Kaze no oto vo kike, 1979’da yayımlandı. Ardından Gunzou Edebiyat Ödülü’nü aldı. Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’yla (1985) Tanizaki Ödülü’ne, Yaban Koyununun İzinde’yle (1989) Amerika’dan Yeni Yazarlar Noma Edebiyat Ödülü’ne ve Zemberekkuşu’nun Güncesi’yle (2005) de Yomiuri Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Murakami’nin İmkânsızın Şarkısı (2004), Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında (2007) ve Sahilde Kafka (2009) adlı romanları da Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Japonya’nın en önemli ve popüler yazarlarından biri olan Murakami’nin eserleri kırkın üzerinde dile çevrildi.


-kitaptan alıntılar- 

        Yerine göre, kader dediğimiz şey, dar bir yerde sürekli yönünü değiştirerek dönüp duran bir kum fırtınasına benzer. Sen de, ondan kurtulmak için ayağını bastığın yeri değiştirirsin. Bunun üzerine fırtına da sana ayak uydurmak için yönünü değiştirir. Bir kez daha bastığın yeri değiştirirsin. Tekrar, tekrar, sanki şafaktan hemen önce ölüm tanrısıyla yapılan uğursuz bir dans gibi, aynı şey tekrarlanıp gider. Neden dersen o fırtına uzaklardan çıkıp gelmiş herhangi bir şeyden farklıdır da ondan. O fırtına aslında sensindir. O yüzden yapabileceğin tek şey, teslim olup ayağını dosdoğru fırtınanın içine daldırarak, gözlerini kum girmeyecek şekilde sımsıkı kapatıp adım adım fırtınanın içinden geçmektir. 


       Kehanet, karanlık bir su gibi, hep oradadır.
Normalde bilinmeyen bir yerde sinsi sinsi gizlenir. Fakat bir an gelir, sessizce çağlayarak hücrelerini birer birer doldurur; sen o zalim taşkın suyun ortasında debelenip durursun. 



      "Platon'un Şölen eserindeki Aristophanes'in dediklerine bakılırsa, çok eski zamanlarda, mitolojik çağlarda üç farklı insan türü varmış" dedi Oşima. "Biliyor muydun?"
"Bilmiyorum" dedim.
"Eskiden dünya erkek ve kadından değil, erkek-erkek, erkek-kadın ve kadın-kadından oluşurmuş. ... Tanrı kılıcını kaptığı bir gün hepsini ikiye bölmüş. Muntazam bir şekilde tam ikiye. Bunun sonucunda dünyada yalnızca erkek ve kadın kalmış, insanlarda öteki yarılarını bulmak için arayış içinde yaşamlarını sürmeye başlamışlar."


      Her şey tamamen hayal gücü sorunu. Sorumluluğumuz hayal gücümüz içinde başlıyor. Yeats " In dreams begin the resposibilities(Sorumluluk rüyaarda başlar)" diyor. Tamamen öyle. Ters taraftan bakarsak, rüyanın olmadığı yerde sorumluluk da olmaz, diyebiliriz belki de.


      Gerçek şimdiki an, geleceği yiyip bitiren geçmişin ele avuca sığmaz ilerleyiidir. İşin gerçeği, her türlü duyu, belleğin parçalarından başka bir şey değildir.


      İlginin içeriği olduğum gibi, ilgili olduğum şeyin ta kendisiyim. (Hegel)


     İnsan kendisinin eksik bir parçasını bulmak umuduyla âşık olur. O yüzden de, âşık olduğu insanı düşünürken, kişisine göre değişmekle birlikte az ya da çok hüzünlenir. Çok eski zamanda kaybettiği, özlemle andığı, uzaklarda kalan bir odaya adamını atmış gibi hislere kapılır.


      Haddinden fazla düşünmek, hiç düşünmemiş olmaktan farksızdır.


      Dün ve bugün, bugün ve yarın arasındaki ayrım tamamen kayboluyordu. Zaman, demirini kaybetmiş bir kayık gibi engin denizde dolaşıp duruyordu yalnızca.


    
Read more

Sana Gül Bahçesi Vadetmedim - Joanne Greenberg

        Sana Gül Bahçesi Vadetmedim orjinal adı ile I Never Promised You a Rose Garden Joanne Greenberg'in genç yaşta geçirdiği akıl hastanesi deneyimini aktardığı romanıdır. Kitaplarında uzun süre Hannah Green takma adını kullanan Amerikalı yazarın  I Never Promised You a Garden Rose adlı romanı ilk olarak 1964 yılında yayımlanmış. 
       Kitabın ilk türkçe çevirisi, Nesrin Kasap'ın kaleminden ve 1989 yılında Metis Yayınlarından çıkmış. Ve en son temmuz 2010'da 18. baskısı çıkan kitabın kapak fotoğrafı da André Kertész tarafından çekilmiş.
         Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, şizofreni üzerine yazılmış, şizofreniyi anlamaya ve tanımaya hizmet eden en önemli eserlerden biri olarak kabul ediliyormuş. Kitap ilk yayımlandığı tarihlerde bir çok eleştirmen tarafından eleştirilmiş ve kitabın bir roman olarak değil bir otobiyografi olarak anılmasının doğru olacağı savunulmuş. Fakat daha sonra bir çok çevre tarafından olumlu eleştiriler alan Sana Gül Bahçesi Vadetmedim son yılların en önemli başyapıtları arasında yer almış.

         Roman çok akıcı olmasa da, kitabı okurken elimden bir an olsun bırakamadım. Benim için önemli bir zamana denk gelmesinden midir? Yoksa Deborah'ın (romanın baş kahramanı) iç dünyasının, okuduğun zamana bağlı olmaksızın seni içine almasından mıdır bilemiyorum? 
         Kitapla ilgili çok fazla konuşabilecekmişim gibi gelse de, aslında boğazımda düğüm oluşturan cümleler çok da kolay dökülmüyorlar dışarı. Bu yüzden kendi düşüncelerimden sıyrılıp, kitabın arka kapak yazısını ve okurken not aldığım bir kaç cümleyi yazmakla yetineceğim.

-arka kapaktan-
        İçine doğduğu dünyanın kurumlarıyla bağdaşmayı öğrenemeyen, iletişimsizliğin karanlığında yaşayan on altı yaşındaki bir genç kızın öyküsü...
       Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, deliliği, resmi tanımıyla akıl hastalığını anlatıyor: Deborah kimlik kavramını yitirip içine kapanmış, zengin düşlemi ve mizah duygusuyla yarattığı kendi düşsel dünyasına sığınmıştır. İki dünyanın çatışmaya başlaması, Deborah'ın akıl hastanesine "düşme"sine neden olur. Böylece hastaneleri, doktorları vb. kurumlarıyla toplumun "kurtarma operasyonu" başlayacaktır.
       Greenberg'in kendi yaşamından yola çıkarak yazdığı bu kitap, "akıl hastalarının gizleri" üzerine pek çok ipucu taşırken, toplumun yerleşik değer yargılarına çarpıcı bir eleştiri de getiriyor, böylece "normal" kavramını sorgulamaya götürüyor bizi.

 -alıntılar- 
        “Deliliğin ne olduğunu keşfettim.” dedi Deborah ve büyük bir korkuyla, deliliğin sınırsızlığını, gücünü ve yarattığı dehşeti hatırlayıp başını salladı. “Gerçekten olağanüstü bir şey. Evet kesinlikle olağanüstü bir şey.” 

         "İnsan kaçık olunca, kaçık bir Yahudi ya da kaçık bir putperest olmuş hiç fark etmiyor."
         
          "Tulumdayken gözüne bir saç telinin girdiği oldu mu hiç?'' diye sordu Deborah. Zaman zaman gözüne bir saç teli ya da toz girdiği zaman çektiği sıkıntılar gelmişti aklına. İnsan ellerini uzatamayınca, bu lanet olası küçük rahatsızlıklar dünyanın en büyük sorunu haline geliyordu.
"Ben kendim gözümün içindeki saç teliyim" dedi Helene sakin bir sesle, "sen de öylesin."

      “Adalet uygulanmıyorsa , namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa,sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor ?"

"Sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. Hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim. Ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim. Sana ancak bütün bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim …”


Read more

Sineklerin Tanrısı - William Golding | Kitap Özeti

Sineklerin tanrısı, simgeselliği ve taşıdığı ağır, hazmetmesi pek de kolay olmayan değerle romanlığından sıyrılmış bir eser. Kitap okunduğunda dahi, anlaşılmayan birçok noktanın kalması normal. Bu yüzden bir zamanlar kitabın önsözü olarak geçen, sonralarda detaylı bir kitap özeti olduğu düşünülerek sonsöz olarak değiştirilmiş, Mîna Urgan'a ait özeti okumanızı tavsiye ederim. Çevirisi Mina Urgan'a ait herhangi bir Sineklerin Tanrısı kitabında bu özeti bulabileceğinizi düşünüyorum.

Britanyalı bir grup çocuğu atom bombasıyla birlikte gerçekleşecek büyük savaştan uzaklaştırmak amacıyla taşıyan uçağın vurulması, ve uçağın düştüğü adadaki çocukların yaşantısını konu alıyor kitap.

Kitaptaki ana karakterler şöyle :
- Ralph : Adaya düştüklerinde denizkabuğunu boru gibi öttürerek çocukları etrafına toplamış, liderlik vasfına sahip olduğunu göstererek adadaki lider seçilmiş kişidir. Zekidir, ve iyi yanı ağır basar. Ayrıca babası Deniz Kuvvetleri'nde binbaşıdır.

- Domuzcuk : Adadaki gerçek manada düşünebilen çocuktur. Ayrıca fiziksel değerlere, özelliklere diğer çocuklara nazaran daha az sahip olması ilginçtir. Şişmandır, gözleri iyi görmediğinden gözlük takmak zorundadır, astımı dolayısıyla nefes darlığı çeker, yoksul bir aileden gelmektedir. Neden tüm kötü özelliklere sahip kişinin tek düşünebilen insan olduğu düşünülesi bir şey.

- Jack : Adadaki liderlik vasfına sahip diğer kişi. Kişileri etrafında toplamak için daha zorba yöntemlere başvurabilen, liderliğini çok da iyi niyetli kullanmayan, aslında çok da kötü olmayan bir çocuk.

- Simon : Saf iyiliği gösteren karakter. Yaptığı her şey iyi olmaktan öte, saf bir temizlik taşımaktadır. İleri görüşlüdür, olayları önceden sezebilir. İsmini İsa'nın havarilerinden biri olan Simon Peter'dan aldığı söylenir.

- Roger : Simon'un tam zıttı olan karakterdir. Saf kötülüğü temsil eder. Adada kötülüğün daha aktif olduğu kitabın sonlarında etkilidir. Jack'in liderliğinin iyiye yakın olmamasının sebebi olarak görülebilir. Jack'i etkileyerek daha gaddar bir lider olmasına sebep olmuştur. Jack iyi niyetini ne zaman ortaya çıkartacak olsa, Roger devreye girip, yılanın zehirini ısırdığı yere bırakması gibi, kötülük yaymıştır etrafına.
- - -

Basitçe olaylar şu şekilde gerçekleşmektedir:

   Britanya'dan  kalkmış uçağın düşüşünün ardından, çocuklar adanın çeşitli yerlerine dağılmıştır. Ralph'in deniz kabuğuna üflemesiyle de tüm çocuklar aynı noktaya toplanmıştır. Bir lider seçme kararı alınır ve lider Ralph veya Jack'ten biri olacaktır. Her ne kadar Jack daha fazla kişi tanıyor olsa da, toplanmayı sağlayan Ralph olduğundan lider Ralph seçilir.

   Ralph önderliğinde ilk amaç, adadan kurlulmak için bir ateş yakmaktır. Bir süre devam eden ateş yakma işi, Jack'in büyükçülük oyunu ve lider olamamayı hazmedememesi yüzünden sekteye uğrar. Tam bir geminin geçişi sırasında da, yanması gereken ateş yanmamaktadır.

   Adadaki küçük çocuklar bir canavarın varlığından bahsetmeye başlarlar. Sineklerle kaplanmış, rüzgarda sallanan bu canavar her ne kadar avladıkları domuzun başı olsa da; canavar korkusunun büyüsü Jack'in çocukları etrafına toplamasını sağlamış, Simon'ın da ölümüne sebep olmuştur.

   Jack etrafında toplanan çocuklar, Roger yüzünden iyice vahşileşmiş, insanlıklarını kaybetme seviyesine gelmişlerdir. Hep düşünen karakter olan, fazlasıyla insan, domuzcuk başına atılan taş ile öldürülmüş; öldürülme sırası Ralph'e gelmiştir.

   Uzun kovalamacalar sonunda kendini yanan ormandan sahile atmayı başaran Ralph, ufukta görünen kruvazörden gelmiş bir subayı karşısında bulur.

Read more

Kibrit Çöpleri - Murathan Mungan

      
      Kibrit Çöpleri Murathan Mungan'ın Şubat 2011 de Metis Yayınlarından çıkan ve kendisinin takribi ve vasati kıpkısa öyküler olarak adlandırdığı kitabı. Kitaba başlayalı çok oldu ama bir oturuşta bitirmek istemediğim için okuma süremi uzunca bir süreye yaydım. Böylece her "an'ın" tadını iyice çıkarmış oldum.

     Kitap kısa kısa öykülerden oluşmakta. Yazarın tanımlamasına göre bunlar "An". Çünkü her bir öykü yaşamdan bir kesit içermekte. İşte bu anlar kitabın arka kapak yazısında da oldukça güzel tanımlanmış.

-arka kapaktan-
              En kısa hikaye parçasına an denir.
         Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler
"Bütün yaşamımız" dediğimiz de o bir kaç ana bakar aslında.
   Bu yüzden yıllar sonra en çok hatırladıklarımız anlardır.
                                                                    Gerisi bulanıktır. Geçmişi anlar berraklaştırır.


-alıntılar-

       Yaralarımızı birbirimize gösterecek kadar soyunamıyorduk henüz birbirimizin yanında. Aramızda yükselen yılların kendimizle dünya arasında sertleştirdiği güvensizliğin kalın duvarlarını kolay kolay aşacağa benzemiyorduk. ....
       ..Ördüğümüz duvarın yorgunluğuyla arkasına sinip çöktüğümüz kendi güvenli bölgemizde, ötekinin atlayıp buraya gelmesini ya da tamamen çekip gitmesini bekliyorduk. Bazı hikayelerin başlaması için bir an önce bitmeleri gerekiyordu.
                                                              (Başlaması İçin ~  syf-11)

       ... Karşı tarafta uyandırdığın arzuyla kendine olan nefretini giderirsin. Bedenimiz görünen ve görünmeyen özellikleriyle bir ifade aracıdır aynı zamanda. Yalnızca soluk alıp vermeyiz, aynı zamanda içimizde birikenleri ifade ederiz bazen dilimiz, bazen bedenimizle... En somut yanımız sandığımız bedinimiz, bilinçdışımızın oyun sahasıdır aynı zamanda...
                                                             (Bedenin Bedenleri ~ syf-32)

       Sabaha karşı karşına çıkan bir yabancıya güven; o yabancı belki seni kalbinin yerlisi yapar.
                                                              (Cümleler ~ syf-35)

       ...Anımsamaya çalışırken yeniden inşa ettiği geçmişin imgelerinin bir süre dağınık düzen dolaşmasına izin veriyor. Yalnızca yazarken değil, anımsarken de insan zihninin bir şeyleri seçip elediğini, bazı şeyleri unutmayı seçtiğini biliyor. Hatırladıklarımızın, unuttuklarımızın her biri bir tercihtir; biliyor.
                                                              (Çay Bahçesi Şarkıları ~ syf-52)


        ..."Sinema neden aşk haline gelir biliyor musun?" dedi adam. "Çünkü o da tıpkı aşk gibi, insan gözünün bir aldanışı üzerine kurulmuştur. Hayal olduğunu bildiğin perdeye inanırsın bütün kalbinle... İnsan öncelikle bir aldanışa aşık olur, sonra da o aldanıştan bir hakikat yapmaya çalşır hayatına... Bazı filmler çabuk biter."
                                                              (Sinema ve Aşk ~ syf-56)

        Oyuncakların sadık bakan gözleriydi bu. Ayıların, köpeklerin, yıllar yılı hep aynı sadakatle, boncuk boncuk bakan gözleri... Çevremizin sevgi ve şefkatle olduğu kadar sadakatle de kuşatılmış olduğu çocukluğun altın yılları belki de en iyi somutlayan şey, bakışı hiç değişmeyen şey oyuncaklardı... .... Hayat bazen istemediğimiz kadar büyütürdü bizi.
                                                             (Oyuncakların Gözleri ~ syf 72)

       ....Eskiden kimi halklar ölülerin göz kapaklarına paralar, taşlar koyarlarmış uğurlarken...
Anlar bizim gözkapaklarımızda kalanlardır.
Hayatın dizinin dibine oturup hikaye söyleyenler, bizim sanatımız gökapakları için anları parlatmaktır.

                                                             (An ~ syf-92)
                         
       Birilerinin içeri sızması için aralık bırakılmış kapılar değil midir öyküler, dedi. İçine ses olarak üflenen, sayfana harf olarak düşen sır'dan parçayım belki de... Al beni bir başkasına ver. Unutma sır başkalarına vermek içindir.
                                                             (Sır Katibi ~ syf-95)
Read more

Firarperest - Elif Şafak

Kitap Hakkında
Elif Şafak ~ Kasım 2010
Doğan Kitap
ISBN: 978-605-111-902-1

Birçok denemenin biraraya gelmesiyle oluşturulmuş, güzel bir kitap firarperest. Her boşluk bulunduğunda harika romanlar yazamayacağını düşünürsek bir yazarın, çevrede dolaşan "Elif Şafak kendini tekrarlıyor, para için yazıyor" sözlerinin pek de asıllı olmadığını görebiliriz. Hepimiz isteriz elbet, yeni romanlarıyla gelsin, yine farkını ortaya koysun yazar.. Her zaman mumkün olmuyor işte bu.

"Anarşist Aşklar" ile başlayıp "Edep" ile biten kitap, toplam altmış dört denemeden oluşuyor. Denemelerin tamamı da daha önceden yayınlanmış makalelerden, köşe yazılarından oluşuyor. Madem ki yayınlanmış; gazetesini buluruz, yayınlandığı yeri buluruz okuruz.. Kitabına ne gerek var diye düşünmeyin.
Read more

Toza Sor (Ask the Dust) - John Fante

Kitap Hakkında:
Orjinal ismi : Ask the Dust
John Fante ~ 1939
Çeviri : Avi Pardo
Parantez yayınları
ISBN : 975-8441-06-X

Charles Bukowski, "Fante benim Tanrı'mdı ve Tanrı'ların rahatsız edilemeyeceğini, kapılarının çalınamayacağını biliyordum" diyor kitabın önsözünde. Bukowski hakkında bildiğimse; kimilerinin çok kimilerinin az sevdiği, kadınlardan ve alkolden vazgeçemediği ve kitaplarının çoğunun Avi Pardo tarafından Türkçeye çevrildiğidir. Henüz hiçbir kitabını okumadığım için eksik miyim bilmiyorum, fakat Fante okuduktan sonra Bukowski anlaşılır diyenler olduğu için mutluyum şu anda.
Read more

Şeytan Geçti - Aslı Tohumcu

Kitap Hakkında:
Aslı Tohumcu ~ 2010
İllüstrasyonlar : Ethem Onur Bilgiç
İthaki Yayınları
ISBN : 987 - 605 - 375 - 015 - 4

Tam olarak 8 Mart 2010 tarihinde çıkan, etkilemek istediği kesim üzerinde amaçladığı etkiyi tam olarak yaratamamış, etkileyici bir hikayeler kitabı "Şeytan Geçti". Bu hikayelerse, birinci ağızdan dinlenmiş gerçek olaylara dayanıyor.Okurken çok yadırgamayacağınız, fakat içinizi sıkacak olaylar bunlar.

Hikayelerin merkezinde kadınlar var sürekli. Toplum içinde itilip kakılan kadın, çarpıcı şekilde kağıda dökülmüş. Olayların gerçek olması da bu çarpıcılığı daha da artırmış. Anlatılan olayların günümüzde fazlaca yaşanıyor olması, birçok kişi tarafından kitaba önemsiz gözüyle bakılmasına sebep olmuş sanırım. Veya birçok kişi kitabı okumaya bile tenezzül etmemiş.
Read more

Yalan Sureleri - Filiz Özdem

Kitap Hakkında:
Filiz Özdem ~ Şubat 2010
Yapı Kredi Yayınları
ISBN : 987-975-08-1750-2

Yalan sureleri, Filiz Özdem'in "Veda Üçlemesi"'nin son kitabı. Kitap aşk üzerine yazılmıştır denemez. Fakat ön planda aşkın tutulduğu doğrudur. Romanda beş kuşak kadın üzerinden anlatılan hikayelerde "ölüm,hayat,beden,bellek ve yazı" gerçekleşen tüm olayları birbirine bağlıyor.

Roman, kaybedişi önceden kabullenmiş Gözde'nin bir buçuk saatlik anlatımından oluşuyor. Kitabın sonunda gelinen nokta, Gözde'nin Kuzey'i kaybedişi olsa da, bu kaybedişi önceden kabullenen kadının hissettikleri, yaşadıkları çarpıcı şekilde okuyucuya yansıtılmış. Gözdeyle birlikte kendinden dört kuşak üste kadar kadınların -anne, anneanne, nine, anneannenin anneannesi- hayatı da dile getirilmiş. Kitapta beden ve ruh ciddi şekilde ayrılıyor. Aşkın bedene ve ruha ulaşması da aynı şekilde.
Read more

Kumral Ada ~ Mavi Tuna : Buket Uzuner

Kitap Hakkında:
Buket Uzuner ~ 2007
Everest Yayınları
ISBN : 975 - 289 - 024 -5

Kumral Ada Mavi Tuna, okuduğum ilk Buket Uzuner romanı. Sanırım iyi bir başlangıç.. Mayıs 2009'da, çok sevdiğim biri kendini Kumral Ada'ya benzetmişti. Sadece buna dayanarak bir sene sonra haziran ayında kitabın 46. basımından edindim. Bu basımda kapak tasarımı Utku Lomlu tarafından yapılmış.Bir tasarım harikası olmasa da, içeriğe oldukça uygun bir kapak olmuş.

Kitapta birçok etkileyici yön var. İlk olarak, olay kurgusu inanılmaz. Birbirinden bağlantısız hiç bir olay gerçekleşmiyor. Beş yüz sayfa içerisin kocaman bir yaşam, sekmeye uğramadan giriyor. İkinci olarak, her başlıktan önce alıntılara yer verilmiş. Konuyu o kadar iyi özetleyen alıntılar ki, yirmi sayfa içinde gerçekleşecekleri okumadan anladığınız için sinirlenebiliyorsunuz. Bunların dışında betimlemeler gerçekten tatmin edici. Dolayısıyla kendinizi rahatça serpebiliyorsunuz romana.
Read more